Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 31 Ekim tarihinde Kadın, Barış ve Güvenlik başlıklı 1325 sayılı tarihi bir karar aldı. Namibyalı kadın bakan Nandi Ndaitwah’ın önerisiyle oy birliğiyle kabul edilen karar savaşlarda ve silahlı çatışma alanlarındaki kadınların durumunu ele alıyor.
Ruanda ve Bosna’da kadınlara kadınlara karşı işlenen insanlık suçlarından yola çıkarak alınan karar, dönemin kadın hareketleri tarafından ‘’çığır açıcı bir karar olarak’’ değerlendirildi.
Savaş bölgelerinde ya da çatışmaların yaşandığı ülkelerde kadınlara uygulanan şiddetle, tecavüz ve işkenceyle mücadele ve kadınların uluslararası barış ve güvenlik süreçlerine katılımını hedefleyen karar, savaştaki tüm devlet ve devlet dışı aktörlerden suç faillerini yargılamak için kapsamlı tedbirler alınmasını da öngörüyor.
Ancak aradan 20 yıl geçmesine rağmen, Güvenlik Konseyi’nin “Kadın, Barış ve Güvenlik” kararı Kürdistan’da uygulanmadı. Kürt kadınlarına yönelik olarak uygulanan şiddet gündeme alınmadı.
Hem Türkiye’de hem de Türkiye’nin işgal ettiği Afrin, Serekaniye ve Gire Sipi gibi bölgelerde Kürt kadınlarına yönelik olarak sistematik olarak uygulanan kaçırma, öldürme, işkence ve tecavüz olayları Birleşmiş Milletler’in insan haklarıyla ilgili kurumlarının raporlarına girmesine rağmen 1325 sayılı karar işletilmedi.
Silopi’de 19 Aralık 2015’te Türk güvenlik güçlerince öldürülen ve cenazesi 7 gün yerde kalan Taybet Ana (İnan) ve 12 Ekim 2019’da Rojava’da Türkiye’ye bağlı cihadistlerçe işkence edilerek öldürülen Kürt siyasetçi Hevrin Halef cinayetiyle ilgili başvurular da bugüne değin işleme alınmadı.
Ayrıca 23 Haziran 2020’de Türk SİHA’ları tarafından Kobani’de bir evde öldürülen Kürt kadınlarıyla ilgili soruşturma dosyasında da bir ilerleme sağlanamadı. Türk devleti yapılan anlaşmalara ve evrensel hukuka aykırı bir biçimde Kobani’de sivil toplum faaliyeti yürüten kadınları SİHA ile düzenlediği suikastle katletti.
Bu olayla ilgili BM insan hakları kurumları henüz bir inceleme yapmış bile değil.
Öte yandan 18 Mart 2018’den bu yana Türkiye’nin işgali altında bulunan Afrin’de onlarca kadın öldürüldü, onlarcası da kayıp ve kadınlara yönelik kaçırma, işkence ve tecavüz olayları da devam ediyor.
Üstelik Birleşmiş Milletler Suriye Bağımsız Araştırma Komisyonu’nun hazırladığı rapora rağmen, önleyici hiçbir adım atılımıyor. Kadınların barış ve güvenlik politikalarında daha aktif yer almalarını ve kadınlara karşı işlenen savaş suçları faillerinin yargılanmasını öngören BMGK kararına rağmen Kürdistan’da kadınlar için hayat cehenneme çevrilmiş ancak, konu Güvenlik Konseyi üyelerinin gündemine bile girmiyor.
Türkiye’nin Kürt kadınlarına karşı işlediği savaş suçları için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin onay vermesi gerekiyor fakat, Türkiye’nin küresel sistem içindeki etkisi, Amerika, Rusya ve Çin ile çıkar ilişkileri buna izin vermiyor. Konu Avrupa Birliği üyesi ülkelere tarafından 2109 yılında gündeme getirildi ise de sonuç alınamadı.
Bu durumda geriye sadece, Kürt kadınlarına karşı işlenen suçlardan ötürü Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türk yetkililer hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne dava açmak yolu kalıyor ki bunu Lahey’e taşıyacak bir devletin olması gerekiyor.
Ne de olsa Lahey’e sadece devletler doğrudan başvurabiliyor.
Kürt kadınların haklarının korunması, katillerinin yargılanması için Kürtlerin ya kendi devletlerini kurması ya da bu dosyayı insanlık adına savunacak bir ‘dost devlet’ bulup, ikna etmeleri gerekiyor.
İkisinden birinin günün birinde gerçekleşeceği ve Kürt kadınlarını vahşice katleden Türk yöneticilerinin Lahey’de yargılanacakları günlerin umudu ve güveniyle…