Dünyayı değiştirme arzusu – ne kadar da iddialı bir duygu değil mi? Oysa daha bu arzunun bilincine sahip olmadan, dünyanın değiştirici gücüne maruz kalıyoruz. Toplumsal kodlar, roller, dil, gelenekler, aile, ahlaki kurallar, sosyo-ekonomik koşullar, bedenimiz… kah uyum sağlıyoruz, kah olabildiğince direnç göstermeye çalışıyoruz.
Adrienne Rich ise üçüncü bir yol öneriyor: Değişimi kucaklamak. “Değişim hayatınıza yönelik bir tehdit değil, yaşamaya davettir,” diyor çağımızın en önemli feminist yazarlarından biri olan Rich.
Değişim olgusu, Rich’in şiirinin ayrılmaz bir parçası. Zira onun için değişim ancak bir bütün olarak ele alınabilir: Hayatın her boyutunu etkileyen, bedensel, duygusal, cinsel, toplumsal, dilsel, ekonomik, etik ve siyasi bir deneyimdir bu. Neden mi kucaklamak gerekir? Bu içsel deneyimin dışavurumu, çevremizi değiştirmenin de biricik yoludur aynı zamanda. “Aktif olarak yaşanan bir hayatla, pasif bir şekilde sürüklenmek ve enerjinin etrafa yayılması arasında çok büyük bir fark var. Hayatlarımıza sahip çıktığımız, kendimize karşı sorumlu olduğumuzu hissettiğimiz an o eski, pasif yaşantımızla bir daha asla tatmin olamayız.”
Kucaklamak, dünyayı olduğu şekliyle kabullenmek anlamına gelmez. Aksine, mevcut koşullara karşı sürekli mücadele edebilmek, önce dönüşmek, evrilmek ve dönüştürücü olmanın yollarını aramaktan geçer. “Eğer seni hor gören ve senden korkan kültürün tek bir paçasını dahi sorgulamadan kabul edersen, diğer parçalarına karşı da savunmasız kalırsın” diye uyarır Rich, olağanüstü denemesi Yalanlar, sırlar ve sessizlik üzerine’de. Ama şunu da eklemden edemez: “Bizden çekirdekte bulunan o karanlığa kadar inmemiz beklenmiyor. Ancak, şayet bu riski göze alabilirsek, buradaki hiçlikten doğan şey hakikatin başlangıcıdır.”
Dolayısıyla, toplumun dayatmacı gücüne karşı koymak için kaçmak yerine bu güçle çarpışmak gerekir. Çarpışmanın bir önkoşulu da değişimi göze almaktır. Rich, kalıpların kırıldığı, eskilerle yenilerin karıştığı, kısacık ama bir o kadar şiddetli ve yoğun, kendini daima tekrarlayan değişimleri tüm benliğimizle karşılamayı tembihler bize. Yaşanan deneyimin bilinci, 60’lı yılların sonunda yayımladığı şiir derlemesine verdiği isim gibi, kişinin değişimi bir iradeye dönüştürmesini, böylece de bedensel, duygusal, cinsel, dilsel bir boyuttan çıkarak etik, ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasi etkileşimleri olan bir sorumluluk üstlenmesini mümkün kılar.
Rich’in ataerkil düzenin günlük baskısına maruz kalan tüm kadınlara ithafen ortaya koyduğu değişim reçetesi toplumsal olduğu kadar da bireyseldir. Tüm sıradışı yazarlar gibi, ışık tuttuğu yol, kişinin öz deneyiminden geçer. Şiirinde de sık sık, akan, ilerleyen, gelişen bir sürecin yoğunlaştığı o tek bir anın peşine düşer. Hatta yönetmen Jean-Luc Godard’dan esinlenerek yazdığı dizelerde, sinematik görüntünün film üzerine kazındığı, tırtılın kelebeğe dönüştüğü o ana dair “değişim anı yegane şiirdir,” demekten alıkoyamaz kendini. Var olan düzene karşı koymanın püf noktası ise toplumun üzerimizde bıraktığı etkiyle etkileşime geçerek, hayatımızla ilgili sorumluluğu kendi elimize almaktır.
Hatta Rich’e göre bunu yapmanın tüm kadınlar için – buna tüm ezilenleri ve var olan kalıpları kabullenmeyen bireyleri de ekleyebiliriz – güçlendirici bir tesiri olur: “Gözden geçirme – geriye doğru bakıp, yeni gözlerle görme, eski bir metni yeni bir eleştirel yönden okuma eylemi – kadınlar için kültürel tarihin bir bölümünden daha fazlasını ifade ediyor: Bu, bir hayatta kalabilme eylemi. İçinde bulunduğumuz sanıları anlamadığımız müddetçe kendimizi tanıyamayız. Ve bu kendini tanıma arzusu kadınlar için sadece bir kimlik arayışı değil: Aynı zamanda erkek egemenliğindeki bir toplumun kendi kendini yok etmesini reddedişimizin de bir parçası. Radikal bir edebiyat eleştirisi, feminist bir itici güçle, nasıl yaşamakta olduğumuz, bugüne kadar nasıl yaşadığımız, kendimizle ilgili neler tahayyül etmeye yönlendirildiğimiz, dilimizin bizi nasıl mahsur bıraktığını ve özgürleştirdiğini, isim verme eyleminin bugüne kadar nasıl erkeklerin bir ayrıcalığı olduğunu ve de nasıl yeniden görüp isimlendirebildiğimizi – dolayısıyla da yeniden yaşayabildiğimizi gösterecektir.”
Denemelerinde de sıkça vurguladığı üzere, çaresizliğe karşı mücadele etmek her bireyin sorumluluğu. Her ne kadar iddialı olsa da dünyayı değiştirme arzusu ,değişim/dönüşüm metodolojisinin başlangıç noktası. Yalanlar, sırlar ve sessizlik üzerine’de şöyle yazar: “Kendine karşı sorumluluk, başkalarının senin yerine düşünmesini, konuşmasını ve isimlendirmesini reddetmen anlamına gelir; kendi beynine ve içgüdülerine saygı göstermeyi ve onları kullanmayı öğrenmen, yani çok çalışıp boğuşman demektir. Bedenini yüzeysel yakınlık veya ekonomik güvenlik satın aldığın bir eşya olarak görmemen demektir; çünkü bu hayatta bedenimiz ve zihnimiz ayrılamaz bir bütündür ve bedenimize eşya olarak davranılmasını kabul ettiğimiz zaman, zihnimiz de ölüm tehlikesindedir. Arkadaşlığını ve sevgini verdiğin kişilerin zihnine saygı duymalarında ısrarcı olman demektir.”
/Kaynak:Powell’s/