Taş ocağı kadınların yaşamını cehenneme çevirdi

Dağdan kopan kayaların sadece damlarına değil kafalarına düşme riski vardı. Pınarlar yok olmuş, tüm evleri dinamit tozları kaplamıştı. Her gün korkuyla çocuklarını sokaktan çekip içeri alanların öfkesi büyümüştü.

Emine de bu kadınlardan biri…

Aşağıdağdere köyünün en yüksek dağını, “taş ocağı” olarak birileri mesken tuttuktan sonra, burada her şey değişmeye başladı. Denizli, Honaz’a bağlıydı. Yaslandığı dağda dinamitler patlıyor, taşlar yerinden kopuyor, havada uçuşuyordu. Ocağa yakın araziler oradan fırlayan bu kaya parçalarına hedef oluyordu. Tarlalar, otlatma alanları, ağaçlar ise bembeyaz bir tozla kaplanıyordu. Bulutumsu dinamit tozları, insanların yaşam alanlarına hücum ediyordu. Fidanını, otunu, ekinini sulamak zorunda kalanların hayatları artık zorlu bir yola girmişti. Çevre bölgelerde yaşayanlar böyle bir sorunu yaşamıyordu fakat burası “susuz köy”e dönmek üzereydi. Doğaya darbe vuran maden şirketinin dağdaki çalışmasından tüm hayat etkilenmişti. Yıllar geçtikçe, taşların çıkarıldığı bölgeden gelen pınarların suyu azaldıkça bunu anladılar.

Taş madenciliği burada bir kabusa dönüştü

Kelkaya Dağı, bu köye ve ormanlarına ev sahipliği yapıyor. Taş madenciliği, bölge sakinleri için giderek daha büyük bir kabusa dönüştü. Sonra farklı gelişmeler oldu. Köyün yaklaşık 400 metre uzağındaki dağda ilerleyen maden sahipleri, yamaçlara doğru önlerine gelen yerleri oya oya yol alıyordu. Bu arada köyün kadınlarının günlük yaşamında elzem olan pınarlar yok olmuştu. Dinamitlerle adeta kevgire çevrilen bu dev yüksekliğin eteğinde sudan mahrum kalmak yaşamı çekilmez kılıyordu. Öte yandan kopan kayaların sadece damlarına değil kafalarına düşme riski de her geçen zaman artıyordu. Hergün korkuyla çocuklarını sokaktan çekip içeri alan kadınların öfkesi büyümüştü. Emine de bu kadınlardan biriydi.

 

Pınarlar kurudu mahsuller azaldı

Emine Kayan, elinden geldiğince çabalıyor, yıllardır kendi sebzesini toprağından karşılıyordu. Fakat son yıllarda bahçeden verim almak zorlaştı. Burası aynı zamanda üzüm diyarıydı. Aşağıdağdere ve bütün çevre köylerin her yeri bağlarla sarılıydı. Ne var ki artık eskisi gibi üzüm hasat edemediklerini anlatıyordu Emine. Bütün mahalle gibi su kıtlığından şikayetçiydi. Pınarların kurumasından dolayı, o da endişeleniyordu. Bu yıl topraklarında büyüyen mahsuller yine azalmıştı. Çünkü tabiat adeta o korkunç dinamit seslerine tepki vermişti. İçinden çıktığı dağın başına gelenlerden sonra o da suyunu çekip almıştı sanki! Bütün kaynak suları artık neredeyse akmaz olmuştu.

Geçim kaynaklarına verilen zarar

Madencilik, türü ne olursa olsun, insanların geçim kaynaklarına ve çevreye ciddi zararlar veriyor. Yerin altındaki uğraşlarıyla karlarını büyütenler, o toprağın üstünde yaşayanları düşünmüyor. Aşağıdağdere köyünün sakinlerinden Emine Kayan, bu ortamda çok zor günler geçirdiklerini anlatıyor. Yemek pişirmeye, temizlenmeye ve evin bir çok işine dayanak olan pınarlardan artık o kadar az su geliyor ki. Köylülerin birçoğu belediyenin suyunu çok fazla kullanmak istemiyor, tasarruf için. Doğa ananın ücretsiz pınarları onlara suyunu sunuyor çünkü. Daha doğrusu önceden öyleydi. Ona göre o kaynaklar küstü, suyunu vermiyor artık!

Köyde ilkokulu birincilikle bitirmiş tek kız çocuğu!

Çocukluğunu anlatıyor 67 yaşındaki Emine. Köyde ilkokulu birincilikle bitirmiş tek kız çocuğu! O kadar gururlu ve mutlu ki. Sonrasına devam etmek istiyor. Hayali önce ortaokul sonra lise. Ne var ki babası istemiyor. Fakat asıl olarak şiddetle karşı çıkan ninesi. Burada 55 yıl önce Ayşeler, Fatmalar, Emineler için evler hapishane gibiymiş. Sokağa sadece tarla, bahçe işleri için çıkıyorlarmış. Emine diyor ki; “Burası Batı’ydı bir de. Denizli’ye bağlıyız biz.”

 

Fotoğraf: Murat Efe

‘Kız kısmı anasının dizinin dibinde oturur’

En çok bunu duymuş Emine çevreden. Su almak için pınarın başında toplaşan yaşlı kadınların tekerleme gibi dilinde o soru; “Kız kısmı okur muymuş?” Bu soruların o çocukların adeta boğazını sıktığı zaman dilimleri. Sonra devam ediyor sözlerine. “Hep öyle söylerlerdi. ‘Kız kısmı anasının, ninesinin dizinin dibinde oturur’ lafını duydum babaannemden.

Kız çocuklarının burada genellikle ilkokul sonrasında okutulmadığını bilen öğretmeni devreye giriyor. Bunu, anılarını aktardığı şu cümlelerinden öğreniyoruz. “Adını hiç unutmuyorum. Kemal Öney’di. ‘Bu çocuğu ortaokula, liseye mutlaka gönderin’ diye babama çok tembihledi. Benim kafam matematiğe, fene çok çalışıyordu. Devam edeyim diye çok heves ettim. Ama istemediler. Çünkü ben onların çamaşırcısı, bulaşıkçısı, ekmekçisi, tarlacısıydım. Sabah yemekleri pişir, ekmekleri yap, öğlen evin işine koş, ikindi çayırlık yere git, hayvan otlat, sonra ovaya çık, hayvanın otunu orakla biç, yükle sırtına gel, akşam ahıra git, sütleri sağ… Bu köyün kızları 50 yıl önce hep öyleydi. Köleydi hepsi benim gibi. Evden hiç çıkmazdık. Çıkarsa K. olur derlerdi. İki kız torunum var. Onlara ‘Hiçbir şey düşünmeyin. Sadece okumayı düşünün’ diyorum. Hep bunu söylüyorum”.

‘Meclis’e girmek isterdim!

Peki ne olurdu okusaydı? Onun hayali doktor, mühendis gibi meslekler değil. Çok başka bir hayali var. “Ben milletvekili olmak istedim. Emelim Meclis’e girmekti”.  Fakat babayı, babanneyi aşamadı. Yaşı biraz büyüyünce Çal’ın bu küçük köyünden Aşağıdağdere’ye doğru yola çıkmış. Çünkü sırada evlilik var. Nişanlar takılmış, düğünler yapılmış. Aşağıdağdere’nin “gelini” olarak yeni yaşamına adım atmış.

Yine değişen bir şey olmadı

Evlilikten sonra da düzen yine aynı. O evin içinde ve dışında yine hiç nefes alamayacak kadar çok iş önüne yığılıyor. Bu kez emirleri kayınvalide veriyor.  “Şunu yaptın mı?”, “yemek pişti mi?”, “otu getirdin mi?” Hiç itiraz etmiyordu. Bütün bunlara adeta zincirlenmişken çocuklar arada hastalanırsa onların tedavisine koşuyordu. Kendisi iş yapamayacak kadar rahatsızlansa evin sistemi neredeyse çökecekti! Bütün bunları paylaştıktan sonra yine çok eski yıllara gidip eşinin vefatına getiriyor sözü.

Eşini kazada kaybetti

“27 yıl önce traktör kazasında eşimi kaybettim. 41 yaşındaydı, bakkal işletiyordu. ‘Kim bu bakkalı yürütecek’ dediler. Köy yerinde laf edilse de ben geçtim mecbur. Tam 10 sene bu işi yaptım. O zamanlar da yine kadın ne yapsa karşı çıkılırdı. O nedenle hep gaddar durdum bakkalda lafa mahal vermemek için”. Bu arada eşinden maaş bağlatmak istiyor fakat sorun çıkarıyorlar. Diyor ki; “Eşimin emekliğini almak için gittim Bağkur’a ama ‘Çok az prim ödenmiş’ dediler. Bana eşimin ödemediği bağkur primlerinin listesini çıkardılar. Büyük paraydı. Bileziğimi sattım da o şekilde ödedim. Ancak öyle bağlatabildim maaşı”.

Emine’nin bir hayali var; sevdiği ve gençliğini geçirdiği bu dağın eteğinde yaşamaya devam etmek. Ancak taş ocağı şirketinin hırsları onun hayaline ters düşüyor. Kırsal kesimde yaşayan ve çevre katliamının sonuçlarına sessiz kalmayan kadınlardan sadece biri o. Yüzündeki çizgiler yılların izlerini taşıyor. O bilgelikle kısa ve öz ifade ediyor düşüncesini: “Bu doğa bize emanet. Onu içindeki her şeyi korumamız, kolmamız gerekiyor.”

/Kaynak: kadinisci.org/

Öne Çıkanlar